Her gün hiç vaktini, saatini şaşırmadan ve aksamadan güneş doğacağı vaktinde doğar. Hayat her an ve durmaksızın devam eder. Mevsimler, geceler, gündüzler birbirini takip eder. Doğa bir kusura mahal vermeden kendi içindeki işleyişini mükemmel bir dengede devam ettirir. Kâinat, doğa ve insan arasında öyle bir uyum var ki sanki hepsi birbiri için yaratılmış. Birbirleri arasındaki uyumdan başka bir de birbirleri arasında mükemmel bir dayanışma, yardımlaşma var. Kainattaki en büyük varlıktan en küçük varlığa, en küçükten en büyük varlığa kadar bir dayanışma yardımlaşma vardır. Bütün varlıklar birbirine muhtaçlık içinde bir işleyiş hâkim. Güneş ışığı ve enerjisiyle en küçük zerre misal bir varlığa can veriyor. Hayatının devamını sağlıyor. O hücre de bir ağaca ve herhangi bir canlıya ya da büyük bir dağın devamını sağlayan hayat iksiri olur.
İşte, böylece bütün kâinat içinde mükemmel bir uyum, harikulade bir dayanışma ve kusursuz bir devamlılık var. Mülk suresinde “Yedi göğü birbiriyle tam bir uygunluk içinde yaratan O’dur. Rahmânın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak; (kusur arayan) göz aradığını bulamadan bitkin olarak sana dönecektir.” (Mülk 67/3-4) bu dile getirilmiştir.
Peki, bu kusursuzluk nereden kaynaklanmaktadır diye soracak olursak cevabımız Allah'ın rahmetidir olacaktır. Bütün bu uyum, dayanışma ve mükemmellik rahmete bakar. Öyleyse rahmet ne demek diye sorabilirsiniz. İlk önce rahmeti açıklayalım sonra kâinatın nasıl rahmete baktığını açıklayalım.
Rahmet sevgi, şefkat, merhamet ve zirvesi aşktır. Yani rahmet karşılıksız, sonsuz bir sevgi ve merhametin neticesi ile tüm varlıkların ihtiyaçlarını gidermektir. Hepimiz biliriz, seven sevdiğine karşı fedakardır. Sevdiği için yaşar, sevdiği için ölür, sevdiği için her şeyi göze alır. Bir anne sevgisini düşünelim. Bir anne evladı için ölümü göze alır. Çocuğu için yeri gelince canını feda eder. Yavrusu için her türlü hem de her türlü fedakarlığa katlanır. Bu fedakarlıkların sıkıntıları, acıları anneye bir zevk ve anlatılamayacak bir haz duyar. Hz. Peygamberin(sav) huzûruna bir grup esir getirilmişti. Bunlar içinde emzikli bir kadın vardı. Göğüsleri şişmiş, süt taşıyordu. Bu sütleri sağıp çocuklara veriyordu. Esirler arasında bir çocuk gördü mü onu bağrına basıyor, emziriyordu. Onun bu dokunaklı hâli herkesin dikkatini çekmişti. Bu kadın, esirler arasında çocuğunu bulunca hemen alıp sînesine bastı ve derin bir şefkatle çocuğunu emzirmeye başladı. Hz. Peygamber(sav) bu yüksek şefkat manzarasını görünce bize şöyle dedi: -Bu kadın, çocuğunu ateşe atar mı? -Hayır, atmamaya gücü yettiği sürece atmaz, dedik. Hz. Peygamber(sav), gereken ilgiyi uyandırdıktan sonra Rabbimizin şefkat ve merhametini anlatan şu sözleri söyledi: -Muhakkak ki Allah Teâlâ kullarına bu kadının çocuğuna şefkatinden daha merhametlidir.[10] hadiste olduğu gibi anne sevgisi, Allah'ın rahmeti ve Allah'ın sadece biz insan kullarına değil bütün varlıklarına karşı rahmeti ve sevgisi yanında okyanusa bir damla gibidir
Allah'ın üzerimizdeki Rahmetini biraz daha anlayabilmek için Peygamberimizin şu hadisini bir bakalım. “Allah, rahmetini yüz parçaya ayırmıştır. Doksan dokuz parçasını kendi katında alıkoymuş, birini yeryüzüne indirmiştir. İşte varlıklar bu bir parça rahmet sebebiyle biribirlerine acırlar. Hatta hayvanlar, yavrusunun üzerine basacağı endişesiyle ayağını çekip kaldırır.”(Buhârî, Edeb 19) şimdi bu hadisten sonra şöyle bir düşünelim dünyadaki daha ilk yaratılışlarından itibaren bütün canlıların annelerini en vahşi hayvanların dahi anne sevgisini şefkatini merhametini bir ele alalım. Bu bütün annelerin sevgisini bir yere getirdiğimizde muazzam bir sevgi ve merhamet oluşur. Ama bu muazzam sevgi ve merhamet, Allah'ın sadece yeryüzündeki yüzden bir parçası olan rahmetinin yanında dünyadaki bütün denizlerin içerisinde bir damlanın damlası hükmündedir.
Yukarıda söylediğimiz gibi bütün kâinatın birbiriyle uyumu birbirlerine karşı yardımlaşması Cenab-ı Allah'ın yüz parçaya bölünmüş rahmetinin yeryüzündeki bir parça rahmetinin eseridir. Yani, her şey, bütün varlıklar ihtiyaçlarından tutun hayatlarının devam ettirecek tüm gereksinimlerine varıncaya kadar Allah'ın rahmetine muhtaçtır ve ona bağlıdırlar.
Evet, hepimiz, bütün varlıklar hatta cansız varlıklar dahi Allah'ın rahmetine bağlıdır. Hayatlarını devam ettirebilmeleri ancak Allah’ın rahmetine bağlıdır. Allah'ın Rahmetini ortadan kaldırdığımızda hayat, varlıklar ve yaşam sürekliliği diye bir şey kalmaz.
Şimdi gelelim Allah'ın rahmetinin insanlar üzerindeki boyutuna, tecellisine. Allah'ım insanlara rahmeti daha bir başkadır, diğer varlıklara karşı daha farklıdır. Çünkü, bütün alemi Allah bizler için yaratmış ve hepsini bizim emrimize vermiştir. “Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi?” (Lokman 31/20). Bütün ihtiyaçlarımız ve şu dünyada yaşayabilmemiz için doğa bizim emrimize amade olmuştur. Güneşinden, dağlarından, denizlerinden, ovalarından, hayvanlarından, canlı cansız bütün alem bizim etrafımızda pervane oluyorlar. Bu da Allah'ın sonsuz rahmetinin cilvesiyle oluyor.
Bunlar Allah'ın maddi ya da görünen ya da farkında olmayıp da Allah'ın bizim üzerimize tezahür ettiği rahmet olarak görebiliriz. Ama, Allah'ın biz insanlara hatta özellikle Mümin, Allah’a inanan kullarına karşı rahmetinin en önemli hakiki ve en büyük rahmet boyutuna gelelim. Tabi ki bu rahmet imandır, Allah'a kul olmaktır, hidayettir ve Allah'ın rızasına kavuşmaktır. Bizler inanıyorsak Allah'a kulluk yapıyorsak Allah'ın rahmeti sayesindedir. Günahtan bile korunmamız Allah'ın rahmeti sayesindedir.
Madem bu dünyadaki her şey Allah'ın rahmetine bakıyor, öncelikli hedefimiz Allah'ın Rahmetini üzerimize celbetmek olmalıdır. Şimdi, rahmet, bereket ve feyiz ayı Ramazan ayı içerisindeyiz. Ramazan ayı rahmet ayıdır diyoruz. Madem bu ramazan ayında Allah'ın rahmeti üzerimize sağanak sağanak yayıyor, Allah'ın Rahmetini üzerimize çekmemiz o rahmetten ıslanmamız için bize büyük bir fırsattır. Allah'ın Rahmetini üzerimize çekmek ve Allah rızasını kazanmamız için Ramazan'ı Ramazan gibi yaşamalıyız.
Orucumuzu tam manasıyla sadece midemize değil gözümüze, kulağımıza, dilimize ve tüm organlarımıza hatta ruhumuza tutturmalıyız. Kur'an'ı sadece dilimizde değil kalbimizle okuyup Onun ahlakı ile ahlaklanmalıyız. Zekatlarımızı hayır hasenatımızı verirken minnet ettirmeden gönülden vermeliyiz. Kısacası Ramazan'da yaptığımız tüm ibadetlerimizi samimiyet, içtenlik ve ihlasla yapmamız gerekir.
İşte, bu bize Allah'ın rızasını kazandıracak Allah'a yakınlaştıracak ve böylece Ramazan'da Allah'ın rahmetiyle rahmetlenip onun rızasına kavuşacağız
Misafir