Bu mektûb,
Kılınc hâna gönderilmiştir.
Terakkî, vera ve takvâ ile olur.
Mubâhların fazlasını terk etmelidir.
Hiç olmazsa, harâmlardan sakınıp, mubâhları azaltmalıdır. Harâmlardan
sakınmak,
iki dürlü olduğu bildirilmekdedir.
Allahü teâlâ, sizi her üzüntüden korusun. İnsanların en üstününün (s.a.v) hurmeti için, her kusûrdan muhâfaza buyursun!
Sûre-i Haşrin yedinci âyetinde meâlen, (Resûlümün getirdiği emrleri alınız, itâat ediniz! Nehy, men, yasak etdiği şeylerden sakınınız!) buyuruldu. Görülüyor ki, dünyâda felâketlerden, âhıretde azâbdan kurtulmak için, iki şey lâzımdır: Emrlere sarılmak, yasaklardan sakınmak! Bu ikisinden, en büyüğü, dahâ lüzûmlusu, ikincisidir ki, (Vera) ve (Takvâ) denir. Resûlullahın (s.a.v) yanında, birisinin çok ibâdet etdiğini, çok uğraşdığını söylediler. Birisinin de, yasak edilen şeylerden, çok sakındığını söylediklerinde, (Hiçbirşey, vera gibi olamaz!) buyurdu. Yanî, yasaklardan sakınmak, dahâ kıymetlidir buyurdu. Bir hadîs-i şerîfde de, (Dîninizin direği veradır) buyurdu. İnsanların meleklerden dahâ üstün olabilmesi, vera sâyesindedir ve terakkî etmeleri, yükselmeleri bu sâyededir. Melekler de, emrlere itâat etmekdedir. Hâlbuki melekler, terakkî edemiyor. O hâlde, vera'a sarılmak ve takvâ üzere olmak, herşeyden dahâ lüzûmludur. İslâmiyyetde en kıymetli şey takvâdır. Dînin temeli takvâdır. Vera ve takvâ, harâmlardan kaçınmak demekdir. Harâmlardan temâmen kaçınabilmek için, mubâhların fazlasından kaçınmalıdır. Mubâhları, lâzım olduğu kadar, kullanmalıdır. Bir insan, mubâh, yanî islâmiyyetin izn verdiği şeylerden, her istediğini yapar, taşkınca mubâh işlerse, şübheli şeyleri yapmağa başlar. Şübheliler ise, harâm olanlara yakındır. İnsanın nefsi, hayvân gibi, kendine düşkündür. Uçurum yanında dolaşan, birgün uçuruma düşebilir. Vera ve takvâyı tâm yapabilmek için, mubâhları lâzım olduğu kadar kullanmalı, zarûret mikdârını aşmamalıdır. Bu kadarını kullanırken de, kulluk vazîfelerini yapabilmek için kullanmağa niyyet etmelidir. Böyle niyyet etmeden, az kullanmak da, günâh olur. Azı da çoğu gibi zararlı olur. Mubâhların fazlasından temâmen kaçınabilmek, her vakt ve hele bu zemânda, hemen hemen mümkin değildir. Hiç olmazsa, harâmlardan kaçınmalı, mubâhların fazlasından da elden geldiği kadar sakınmağa çalışmalıdır. Mubâhlar, lüzûmundan fazla işlendikde, pişmân olup tevbe etmelidir. Bu işleri, harâm işlemeğe başlangıç bilmelidir. Allahü teâlâya sığınmalı ve yalvarmalıdır. Bu pişmânlık, tevbe ve yalvarmak, belki mubâhların fazlasından büsbütün sakınmak yerine geçerek, böyle işlerin âfetinden, zararından korur. Büyüklerden biri buyuruyor ki, (Günâh işleyenlerin, boynunu bükmesi, bana, ibâdet edenlerin göğsünü kabartmasından dahâ iyi geliyor).
Harâmlardan kaçınmak da, iki dürlüdür: Birinci kısmı, yalnız Allahü teâlânın haklarına dokunan günâhlardan kaçınmakdır. İkinci kısmı, insanların, mahlûkların hakları da bulunan günâhlardan kaçınmakdır. İkinci kısmı, dahâ mühimdir. Allahü teâlâ, hiçbirşeye muhtâc değildir ve çok merhametlidir. Kullar ise, pekçok şeye muhtâc oldukları gibi, hasîs ve alçakdır. Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki: (Üzerinde kul hakkı olan, mahlûkların malına, ırzına dokunan, ölmeden önce halâllaşsın, ödesin! Zîrâ o gün altının, malın değeri olmaz. O gün, hak ödeninceye kadar, kendi sevâblarından alınacak, sevâbları olmazsa, hak sâhibinin günâhları, buna yüklenecekdir).
Birgün, Eshâb-ı kirâma karşı: (Müflis kime denir, biliyor musunuz?) buyuruldukda: (Parası ve malı kalmayan kimseye diyoruz) dediler. Buyurdu ki: (Ümmetim arasında müflis, şu kimsedir ki, kıyâmet günü, defterinde çok nemâz, oruc ve zekât sevâbı bulunur. Fekat, bir kimseye sövmüş, iftirâ etmiş, malını almış, kanını dökmüş, döğmüş. Sevâbları, bu hak sâhiblerine dağıtılır. Hakları ödenmeden önce, sevâbları biterse, hak sâhiblerinin günâhları, bunun üzerine yükletilir. Sonra Cehenneme atılır).
Sizin için
ne kadar hamd etsek, ne kadar teşekkür etsek azdır. Çünki
sizin mubârek vücûdunüz sâyesinde, büyük Lâhor şehrinde, böyle bir
zemânda,
ahkâm-ı şerıyyenin çoğu meydâna çıkmakda, tatbîk edilmekdedir. Bu
memleketde
din kuvvetlenmekde, islâmiyyet yerleşmekdedir. Bu fakîre göre, Lâhor
şehri,
Hindistânın kalbi gibidir. Bu şehrin hayr ve bereketi, bütün Hindistân
şehrlerine yayılmakdadır. İslâmiyyetin bu şehrde kuvvetlenmesi, bütün
şehrlerde
kuvvetlenmesine yol açıyor. Allahü sübhânehü ve teâlâ, kuvvetinizi
artdırsın.
Her işinizde yardımcınız olsun!
Resûlullah
(s.a.v)buyurdu ki:
(Ümmetimden, hak üzere olan, doğru
yolda yürüyen, her zemân
bulunacakdır. Bunlara karşı duranlar, bunlara zarar yapamaz. Bunlar,
Allahü
teâlânın takdîr etdiği sâate kadar, işlerini yapacakdır).
İlm
deryâsı,
başımın tâcı olan hocama karşı kuvvetli bağlılığınızı düşünerek, şu
birkaç
satırımla, o kıymetli sevgiyi tâzelemek istedim. Râhatsız etmemek için
bu kadar yazıyorum. Cenâb-ı Hak, zât-i âlînizi hakîkî devletlere ve
sonsuz
seâdetlere kavuşdursun. Sevgili Peygamberi (aleyhi ve alâ âlihissalevât
vetteslîmât) hurmetine düâmı kabûl buyursun!
Âmîn.