Bu mektûb,
yine seyyid Mahmûda yazılmışdır.
Ehl-i sünnet vel cemâate 'rahmetullahi teâlâ aleyhim ecmaîn'
uymıyanların,
Cehenneme girmekden kurtulamıyacağı bildirilmekdedir:
Hak teâlâ,
hepimize islâmiyyet yolunda yürümek ihsân eylesin. Kendisine
esîr eylesin! Kıymetli mektûbunuz ve tatlı yazılarınız, bu fakîrleri
çok
sevindirdi. Büyüklerimize olan sevginizi ve onlara karşı ihlâsınızı
okumakla
mesrûr olduk. Allahü teâlâ, bu nimetini dahâ artdırsın! Nasîhat
istiyorsunuz.
Yavrum!
Sonsuz
kurtuluşa kavuşabilmek için, üç şey, muhakkak lâzımdır:
Ehl-i
sünnet âlimleri diyor ki:
(Eshâb-ı kirâm kendileri arasında, en yükseği, hazret-i
Ebû Bekr-i Sıddîk olduğunu sözbirliği ile söylemişdir).
Ehl-i
sünnet âlimlerinden,
Eshâb-ı kirâm üzerindeki bilgisi çok kuvvetli olan, imâm-ı Muhammed bin
İdrîs-i Şâfi'î , buyuruyor ki:
(Fahr-i âlem (s.a.v.) âhıreti şereflendirdiği zemân, Eshâb-ı kirâm,
aradı,
taradı, yeryüzünde hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdan dahâ üstün birini
bulamadı.
Onu halîfe yapıp emrine girdiler).
Bu söz, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın, Sahâbenin en üstünü olduğunda, müttefik olduklarını göstermekdedir. Yanî Eshâb-ı kirâmın en yükseği olduğunda icmâ-i ümmet bulunduğunu göstermekdedir. İcmâ-i ümmet ise seneddir, şübhe olamaz.
Ehl-i beyt için ise, (Ehl-i beytim, Nûh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmiyen boğulur) hadîs-i şerîfi yetişir. Büyüklerimizden bazısı buyurdu ki, Peygamberimiz (s.a.v.), Eshâb-ı kirâmı yıldızlara benzetdi. Yıldıza uyan, yolu bulur. Ehl-i beyti de, gemiye benzetdi. Çünki gemide olanın, yıldıza göre yol alması lâzımdır. Yıldızlara göre yürümezse, gemi sâhile kavuşamaz. Görülüyor ki, boğulmamak için, hem gemi, hem yıldız lâzım olduğu gibi, Eshâb-ı kirâmın hepsini ve Ehl-i beytin hepsini sevmek, saymak lâzımdır. Birini sevmemek, hepsini sevmemek olur. Çünki, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazîleti, hepsinde vardır. Sohbetin fazîleti ise, bütün fazîletlerin üstündedir.
İşte bunun için, Tâbi'înin en üstünü olan Veysel Karânî, Eshâb-ı kirâmın en aşağısının derecesine yetişememişdir. Hiçbir üstünlük, sohbetin üstünlüğü kadar olamaz. Çünki, sohbete kavuşanların îmânları, sohbetin bereketi ve vahyin bereketi sâyesinde, görmüş gibi kuvvetli îmân olur. Sonra gelenlerden hiçbir kimsenin îmânı, bu kadar yüksek olmamışdır. Ameller, ibâdetler, îmâna bağlıdır ve yükseklikleri, îmânın yüksekliği gibi olur.
Eshâb-ı kirâm arasındaki uygunsuzluklar ve muhârebeler iyi düşünceler ve olgun görüşler ile idi. Nefsin arzûları ile ve cehâlet ile değildi. İlm ile idi. İctihâd ayrılığından idi. Evet bir kısmı ictihâdda hatâ etmişdi. Fekat, Allahü teâlâ, ictihâdda hatâ edene, yanılana da, bir sevâb vermekdedir.
İşte, Eshâb-ı kirâm için, Ehl-i sünnet âlimlerinin tutduğu yol, bu orta yoldur. Yanî, taşkınlık da, gevşeklik de etmeyip, doğruyu söylemişlerdir. En sâlim ve sağlam yol da budur.
İlmi ve ameli, islâmiyyet gösterir. İlmin ve amelin rûhu gibi, kökü gibi olan ihlâsı elde etmek için, tesavvuf yolunda ilerlemek lâzımdır. (Seyr-i ilallah) yanî Allahü teâlâya doğru olan yol gidilmedikce, (Seyr-i fillah) hâsıl olmadıkça, tâm ihlâs elde edilemez. Muhlislerin olgunluğuna kavuşulamaz. Evet, müminlerin hepsi bazı ibâdetlerinde, az da olsa, güçlükle ihlâs elde edebilir. Bizim dediğimiz ise, her sözde, her işde, her hareketde ve hareketsizlikde, her zemân, kendiliğinden kolayca hâsıl olan ihlâsdır. Böyle ihlâsın hâsıl olması için, Allahü teâlâdan başka, enfüsî ve âfâkî, hiçbir şeye tapınmamak, bir şeye düşkün olmamak lâzımdır. Bu da, ancak fenâ ve bekâdan ve vilâyet-i hâssaya kavuşdukdan sonra, ele geçen bir devletdir. Güçlükle ele geçen ihlâs, devâm etmez, biter. Zahmet çekmeden ele giren ihlâs, devâmlıdır ve Hakk-ul-yakîn mertebesinde hâsıl olur. İşte, bu mertebeye varan Evliyâ ne yaparsa, yalnız Allahü teâlâ için yapar. Nefsleri için, birşey yapmaz. Çünki, nefsleri, Allah için fedâ olmuşdur.
İhlâs elde etmeleri için, niyyet etmelerine lüzûm yokdur. Bunlar Fenâ-fillah ve Bekâ-billah derecelerine yükselince niyyetleri doğrulmuşdur. Bir kimse, nefsine uyduğu günlerde, herşeyi nefsi için yapdığı, bunun için niyyet etmesine lüzûm olmadığı gibi, nefsine uymakdan kurtulup, Allahü teâlâya tutulunca, herşeyi Allahü teâlâ için yapar. Niyyet etmesine hiç lüzûm olmaz. Şübheli olan şeylerde niyyet edilir. Belli olan şeyleri, niyyet ederek, belli etmeğe lüzûm yokdur. Bu, öyle bir nimetdir ki, Allahü teâlâ dilediği kullarına verir. Devâmlı ihlâs sâhiblerine (Muhlas) denir. İhlâsı devâmsız olup, ihlâs elde etmek için uğraşanlara (Muhlis) denir. Muhlaslar ile muhlisler arasında çok fark vardır. Tesavvuf yolunda ilerliyenlerin, ilmde ve amelde de kazançları olur. Başkalarına, çalışmakla, öğrenmekle, anlamakla, hâsıl olan, kelâm ilminin bilgileri, bunlara keşf yolu ile hâsıl olur. Ameller ibâdetler kolayca, seve seve yapılıp nefsden ve şeytândan hâsıl olan tenbellik ve gevşeklik kalmaz. Günâhlar, harâm olan şeyler, çirkin, iğrenç görünür.
Fârisî
mısra tercemesi:
Bu büyük nimeti, bakalım kime verirler?
Sonsuz selâm ederim.
www.diyanetsenhaber.com