KIRKÜÇÜNCÜ MEKTÛB
Bu mektûb, nakîb seyyid şeyh Ferîd-i
Buharî (rahmetullahi aleyh) hazretlerine
yazılmışdır.
Allahü teâlâ, size selâmet versin! Her
kusûrdan, sıkıntıdan korusun!
Âmîn.
Bu yüksek insanların (rahmetullahi aleyhim) tesavvuf yolculuğunda, önlerine çıkan tevhîd iki türlüdür: Tevhîd-i şühûdî, Tevhîd-i vücûdî.
Süâl: Kendinin var olduğunu
bilmemek, yok bilmek değil midir?
Bu da, tevhîd-i vücûdî olmaz mı?
Cevâb: Var olduğunu bilmemek, yok olduğunu bilmek değildir.
O zemân, şaşkınlık hâlidir. Akıl işlemez. Hiçbir şeye hüküm, karâr
verecek
hâlde değildir.
Sübhânî sözü de, Hak teâlâyı tenzîhdir. Kendini tenzîh değildir. Çünki, kendi varlığını bilmemekdedir. Birşeye hüküm edemez.
Ayn-ül-yakîn makâmı, hayret, şaşkınlık makâmıdır. Bu makâmda, bazıları, böyle şeyler söylemişdir. Bu makâmdan kurtarıp da, hakk-ul-yakîn makâmına çıkarırlarsa, böyle şeyler söyleyemez ve haddi aşmazlar.
Zemânımızda, tarîkata girmiş birçok kimse, kendilerine tesavvufcu süsü vererek, tevhîd-i vücûdîyi dillerine almış, bundan yüksek mertebe olmaz sanıyor. İlm-ül-yakîne saplanıp, ayn-ül-yakînden mahrûm kalmışlardır. Tesavvuf büyüklerinin sözlerine kendi hayâlleri ile manâ vererek, böyle sözleri, övünerek, her yerde söylemekdedirler.
Tesavvuf büyüklerinin kitâblarında, tevhîd-i vücûdîyi gösteren, böyle sözler görülürse, ilk zemânlarında, ilm-ül-yakîn mertebesinde söylemiş olduklarını, sonra bu makâmdan ilerleyip, ayn-ül-yakîn makâmına götürüldüklerini düşünmelidir.
Süâl: Tevhîd-i vücûdî sâhibi
olan, mevcûdü bir bildiği gibi,
bir vücûd görmekdedir. yani ayn-ül-yakîn mertebesine de mâlikdir.
Cevâb: Tevhîd-i vücûdî sâhibleri, tevhîd-i şühûdînin, âlem-i
misâldeki sûretini görmekdedir. Tevhîd-i şühûdîye kavuşmamışdır.
Tevhîd-i
şühûdî başkadır. Âlem-i misâlde gördükleri, bu sûreti başkadır. Çünki,
tevhîd-i şühûdî mertebesinde, hayret, şaşkınlık hâsıl olur. Hiçbir şeye
hükm edemezler. Hâlbuki, tevhîd-i vücûdî sâhibi, tevhîd-i şühûdînin,
âlem-i
misâldeki sûretini gördüğü zemân yine ilm sâhibidir. Çünki, herşeyin
yok
olduğunu bilmekdedir. Yok demek, bir hükm, karâr vermekdir. Hayret ile
ilm, birlikde bulunamaz. O hâlde, tevhîd-i vücûdî sâhibi, ayn-ül-yakîn
makâmına varmamışdır. Hâlbuki, tevhîd-i şühûdî sâhibini hayret
makâmından
ileri götürürlerse, hakk-ul-yakîn makâmındaki marifete kavuşur ki, bu
makâmda ilm ile hayret birlikde bulunur. Hayretsiz olan, hayretden önce
olan ilm, ilm-ül-yakîndir.
Bu cevâbı, bir misâl ile aydınlatalım:
Devlet reîsi olmağa elverişli bir kimse, rüyâda, kendini devlet reîsi
olmuş, o makâmda o işin başında görür. Fekat, bu kimse, elbette devlet
reîsi olmamışdır. Yalnız âlem-i misâldeki sûretini, kendinde görmüşdür.
Devlet reîsliği nerede, rüyâda gördüğü sûret nerede! Şu kadar var ki,
rüyâsı, âlem-i misâldeki sûret olmakla berâber, bu kimsenin, bu sûretin
aslı olan makâma kavuşmağa elverişli olduğunu haber vermekdedir. Eğer
çalışır,
uğraşırsa, Allahü teâlânın ihsânı ile, o makâma kavuşabilir. Bir şeye
elverişli
olmak ile, o şeye kavuşmak, hiç aynı olur mu? Aralarında, çok fark
vardır.
Ayna yapılacak cam parçası, ayna olmadıkça büyüklerin eline kavuşamaz.
Onların cemâli ile şereflenemez.
Bu ince bilgileri yazmakdan maksadım, zemânımızda bazıları özenerek, bir kısmı da, yalnız işiterek, bir kısmı ise, hem işiterek, hem de zevk alarak ve bazıları da sapıklık ile ve zındıklık ile, tevhîd-i vücûdî yolunu tutmuş, sevâbı, iyiliği, kötülüğü, herşeyi, Allah yapıyor diyor. Hattâ, herşeyi Hak teâlâ biliyorlar. Bu kurnazlıkla islâmiyyete uymuyor, emrleri yapmıyorlar. Böylece, işin kolay tarafını bulmuşlar. İbâdet etmek lâzımdır deseler bile, bunlar ikinci derecededir, asl maksad, islâmiyyetin üstünde, başka şeydir diyorlar. Hâşâ ve kellâ! Öyle değildir. Hiç de, dedikleri gibi değildir. Bunların kötü düşüncelerinden, Allahü teâlâya sığınırız!
Tarîkat ve islâmiyyet, birbirinden başka, ayrı iki şey değildir. Aralarında kıl ucu kadar fark yokdur. Ayrılıkları, yalnız, topluluk ve genişlik, ilm ile ve keşf ile olmakdır. İslâmiyyete uymıyan herşey bozukdur. Atılması lâzımdır. İslâmiyyetin istemediği bir müslimânlık, zındıklıkdır. İslâmiyyete yapışarak hakîkati aramak, tesavvufdur.
Allahü teâlâ, bizi ve sizi ve bütün milletimizi, insanların efendisinin (a.s.) yoluna, hem zâhirde, hem bâtında, tâm uymakla şereflendirsin! Âmîn.
Sevgili hocam (kaddesallahü
sirreh) çok zemân, tevhîd-i vücûdî yolunda
idi. Risâlelerinde ve mektûblarında, bu yolu gösterdi. Fekat sonra, Hak
teâlâ lutf ederek, bu makâmdan ilerletdi. Bu dar bilgilerden kurtardı.
Talebesinden Abdülhak diyor ki, son hastalığından bir hafta evvel
buyurdu
ki,
-Pek iyi anladım ki, tevhîd-i vücûdî, dar bir sokak imiş. Ana cadde,
başka imiş. Böyle olduğunu, önceden de biliyordum. Fekat, şimdi , pek
yakîn
anladım.
Bu fakîr, hocama hizmet etdiğim
zemânlar, tevhîd-i vücûdî yolunda
idim. Bu yolu kuvvetlendiren keşfler hâsıl olmakda idi. Fekat, Allahü
teâlânın
ihsânı, bu makâmdan kurtarıp, dilediği makâmla şereflendirdi. Sözü
uzatmamak
için, burada kesiyorum. Vesselâm.
www.diyanetsenhaber.com