Bu mektûb,
mîr seyyid Muhibbullaha yazılmışdır.
Nemâzın temâm ve kâmil olmasını ve
mübtedî ile müntehî nemâzları arasındaki
farkı bildirmekdedir:
Allahü
teâlâya hamd olsun. Onun seçdiği, sevdiği iyi insanlara selâm
ve râhatlıklar olsun! Allahü teâlâ seni doğru yoldan ayırmasın!
Nemâzın
kusûrsuz, kâmil olması, bu
fakîre göre, fıkh kitâblarında uzun uzadıya
yazılmış olan farzlarını,
vâciblerini, sünnetlerini ve müstehâblarını yerlerine
getirmekle olur. Nemâzı temâmlamak için, bu dört şeyden başka
yapılacak
birşey yokdur. Nemâzın (Huşû)u, bu dört şeyi yapmakdır. Kalbin (Hudû)u
da yine bunları temâm yapmakla olur.
Süâl:
Nemâzın temâm olması ve kemâl bulması, bu dört şeyi yapmakla
olunca ve bundan başka birşey ile kâmil olmıyacağına göre, başlangıcda
bulunan bizim gibilerin nemâzı ile nihâyete kavuşmuş büyüklerin
nemâzları,
hattâ, bu dört şeyi yapan câhillerin nemâzları arasında ne fark kalır?
Cevâb: Nemâzlar arasındaki fark, kılanlar arasındaki farkdan gelir. Bir ibâdeti yapan iki farklı kimseye, eşid sevâb verilmez. Bir makbûl, sevgili kula, başkalarının o işine verilen sevâbdan çok sevâb verilir. Bunun içindir ki, (Âriflerin gösteriş olan ibâdetlerine, câhillerin hâlis amellerinden dahâ çok sevâb verilir) demişlerdir. Âriflerin hâlis amellerine kimbilir ne kadar çok verilir? Bunun içindir ki, Ebû Bekr (r.a), Peygamberimizin (s.a.v) bir yanılmasını, kendi doğru ve hâlis amelinden dahâ kıymetli olduğunu bilerek, (Keşki Muhammed aleyhisselâmın bir sehvi olsaydım) demiş, bütün ibâdetlerini verip Onun (s.a.v) bir yanılmasını almak istemişdir. Yanî Onun bir sehvi olmağı istemişdir. Bütün amellerini, hâllerini, Onun bir yanlış işinden aşağı bilmişdir. Meselâ, Onun dört rekatli nemâzda yanılıp, ikinci rekatde selâm vererek kıldığı bir nemâzına, bütün ibâdetlerini değişdirmek istemişdir. İşte nihâyete yetişmiş büyüklerin nemâzlarına dünyâ ve âhıretde çok şeyler verilir. Başlangıcda olanların ve câhillerin nemâzı böyle değildir.
Fârisî
mısra tercemesi:
Toprağın temiz âlem ile ne ilgisi var?
Nihâyetde olanların nemâzlarından birkaç şey söyliyelim de, başka taraflarını bunlara benzetirsiniz! Öyle olur ki, nihâyete ermiş olan, nemâzda okurken ve tesbîh ve tekbîr ederken, dilini, Mûsâ aleyhisselâma söyliyen ağaç gibi bulur. Bütün azâsını, vâsıta ve âlet olarak görür. Öyle zemânlar olur ki, nemâzda bâtını, hakîkatı, zâhirinden, sûretinden ayrılıp gayb âlemine (yanî rûhlara ve meleklere) karışır ve bilmediğimiz bir bağ ile, o âleme bağlanır. Nemâzı bitince, yine dünyâya döner.
Bu süâlin cevâbında şöyle de deriz ki; bu dört şeyi kusûrsuz yapmak, ancak nihâyetdekilere nasîb olur. İşin başında olanlar ve câhiller, bunları tâm yapamaz. Yanî yapmaları mümkin ise de, yapabilmeleri çok gücdür. Allahü teâlâ, doğru yolda olanlara selâmet, râhatlık versin!
Geçdi,
isyân ile ömrüm, neye hâlim varacak?
Sızlıyor yaralı gönlüm, onu yokdur saracak.
Mahşer yerinde, zebânîler elinden, yâ Rab!
Eğer etmezsen, inâyet, beni kim kurtaracak?