İKİYÜZDOKSANYEDİNCİ
MEKTÛB
Bu mektûb, mevlânâ Bedreddîn-i
Serhendîye arabî olarak yazılmışdır.
Hak
teâlânın kuşatması ve sereyânını açıklamakdadır
Allahü
teâlânın bu eşyâyı kuşatması ve bunlara sereyân etmesi,
sözleri, toplu birşeyin, bunu meydâna getiren parçaları, zerreleri
kuşatması ve onlara sereyân etmesi gibidir.
Meselâ bir kelime, kendisinin
bütün şekllerine, sereyân eder. Kelime, isim olunca, fiil olunca ve
harf
olunca, bunların da parçaları olunca, geçmiş zemânı, gelecek zemânı,
emr,
yasak, masdar, ism-i fâil, ism-i mefuûl, şartlı şartsız olunca, bir
harf
eklenince, iki harf eklenince, çeşidli manâlar veren harfler eklenince,
bunlar gibi dahâ nice hâller alınca, bu kelime değişmiş olmaz. Dahâ
doğrusu,
bütün bu hâller, kelimenin içinde yerleşmiş bulunmakdadır. İnsan aklı,
kelimenin bu çeşidli hâllerine başka başka manâlar verir. Hâlbuki
dışarda
var olan yalnız bu kelimedir. Bunun için hepsine bu kelime demek doğru
olur. Lâkin her bir hâlin, kendine uygun özel bir ismi ve vazîfesi
vardır.
Bu isim ve vazîfe başka hâlde bulunmaz. Meselâ, zemân bildirirse,
(Fiil)
olur. Zemân bildirmezse (İsim) denir. Birşeyi yalnız başına
bildiremezse
(Harf) denir. Geçmiş zemânı bildirince, (Mâdî) denir. Şimdiki ve
gelecek
zemânı bildirince, (Müdârî) denir. Dokuz sebebden ikisi birlikde
bulunduğu
zemân, (Gayr-i münsarif) denir. Bulunmazlarsa, (Münsarif) denir. Harf
olunca,
esre okutursa, (Cârre) denir. Üstün okutursa (Nâsıba) denir. Bunlardan
birinin ismini başkası için söylemek ve birinin vazîfesini başkasına
yapdırmak
doğru bir iş olmaz. Dalâlet olur. Hepsi, bu bir kelime oldukları hâlde,
müdârî yerine mâdî ve cârre yerine nâsıba denilemez.
Allahü
teâlâ, herşeyi dahâ iyi bilir. Biz, şu kadar söyliyebiliriz ki,
Allahü teâlânın varlığından inen mertebelerin herbirinin ismi ve
vazîfeleri
vardır. Bunlar, yalnız bu mertebe içindir. Varlığı lâzım olan zât ve
hiçbirşeye
muhtâc olmıyan zât, yalnız (Cem) ve (Ulûhiyyet) mertebesidir. Var ve
yok
olabilen zât ve muhtâc olan zât, (Fark) ve (Mahlûk) mertebesidir.
-
Birinci
mertebe (Rübûbiyyet) ve (Hâlıkıyyet) mertebesidir.
-
İkinci mertebe, (Ubûdiyyet)
ve (Mahlûkıyyet) mertebesidir.
Bu ikisinden birinin ismini, ötekine
söylemek
ve nasıl olduklarını karışdırmak zındıklık olur, küfür olur.
Mülhidlerden
ve zındıklardan birçoğuna ne kadar şaşılsa yeridir. Bunlar nasıl oluyor
da ikisini birbirine karışdırıyorlar? Birinin nasıl olduğunu, öteki
için
söyliyorlar. Mahlûklara Vâcibin sıfatlarını yakışdırıyorlar. Vâcibe de,
mümkinin sıfatlarını söyliyorlar. Hâlbuki, mümkinlerin çeşidli olduğunu
ve her çeşidin de başka başka sıfatları bulunduğunu biliyorlar. Meselâ,
ışıkda ısı ve ışık enerjilerinin bulunduğunu, suda bunlardan birinin
bulunmadığını,
suyun soğuk ve ateşin sıcak olduğunu biliyorlar. Zevcelerinin,
annelerinden
başka olduğunu ve kendilerine karşı, yerlerinin ayrı olduğunu
biliyorlar.
İnsanları doğru yola kavuşduran ancak Allahü teâlâdır. Doğru yolda
olanlara
selâm olsun!
Çalışmakda, yükselmekdedir,
Hakkın rızâsı!
Tembel olanın elbet gelir, bir gün belâsı.
Mülhid: Dinsiz, imansız
Ana
Sayfa