Bu mektûb,
mevlânâ Abdülhayy için yazılmışdır.
Tevhîd-i vücûdî ve tevhîd-i şühûdî
mertebeleri bildirilmekdedir:
Bismillâhirrahmânirrahîm. Bu mektûbu yazarken, Allahü teâlâdan yardım istiyorum. Âlemlerin rabbi olan Allahü teâlâya hamd olsun! Peygamberlerin en üstününe ve Onun Âline ve Eshâbının hepsine salât ve selâm olsun! Allahü teâlâ senin de anlayışını artdırsın! Birçoklarına tevhîd-i vücûd bilgisinin hâsıl olması, tevhîd murâkabesini çok yapdıkları içindir. (LÂ İLÂHE İLLALLAH) kelime-i tayyibesini, Allahü teâlâdan başka hiçbirşey yokdur diye çok düşünmekden de hâsıl olur. Tevhîd bilgilerinin, böyle uğraşarak elde edilmesi, hayâlin kaplamasından olur. Tevhîdin manâsı çok düşünülünce, hayâlde yerleşir. Sonradan elde edildikleri için, bu bilgiler kalıcı olmaz. Tevhîd bilgilerinin sâhibi, hâl sâhibi değildir. Çünki hâl sâhibleri, (Erbâb-ı kulûb)dürler. Bunun ise, o zemânda, kalb makâmından haberi yokdur. Yalnız (Tevhîd-i vücûdî)nin bilgisini elde etmişdir. İlmin de dereceleri vardır. Herbiri, birbirlerinden üstündürler. Tevhîd-i vücûdî bilgileri, birçoklarında da kalbin muhabbetinden ve çekilmesinden hâsıl olur. Önce, manâsını düşünmeden çok zikr ve murâkabe yapılır. Böyle çalışarak veyâ yalnız Allahü teâlânın ihsânı olarak, (Kalb makâmı)na gelir. Bu makâmda, cezbe hâsıl olur. Eğer, bunlarda, tevhîd-i vücûdî cemâli hâsıl olursa, özlediklerini çok sevdikleri için olur. Sevdiklerinin mâ-sivâsı gözlerinden örtülür. Mâ-sivâsını görmeyince ve bulmayınca, hâlıkdan başkasını yok bilirler. Böyle tevhîd, hâllerden hâsıl olur. Vehm ve hayâl ile ilişiği yokdur. Böyle olan Erbâb-ı kulûb eğer, âleme geri döndürülürlerse, sevdiklerini âlemin her zerresinde görürler. Herşeyi, sevgililerinin güzelliklerini gösteren birer ayna bilirler. Eğer, Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile, Kalb makâmından çıkarak, kalbin sâhibine dönerlerse, Kalb makâmında hâsıl olmuş olan, tevhîd marifeti, yok olmağa başlar. Ne kadar çok yükselirlerse, kendilerini bu marifetden o kadar dahâ ilgisiz bulurlar. Bunlardan birkaçı, bu marifet sâhiblerini beğenmemeğe, onlara dil uzatmağa bile varmışlardır. Rükneddîn Ebülmekârim Alâüddevle-i Semnânî böyledir. Başka birkaçı da; bu marifet yok oldukdan sonra, bu bilgileri savunmakla veyâ kötülemekle hiç ilgilenmezler. Bu satırları yazan, tevhîd marifetinin sâhiblerine dil uzatmakdan sakınırım. Onlara, yakışmıyan birşey söylemem. Onlarda bu hâl, kendi istekleri ile olsaydı, o zemân, beğenmemenin ve dil uzatmanın yeri olurdu. Onlarda bu hâl, istemiyerek, ellerinde olmıyarak hâsıl olmakdadır. Bu hâl, onlara hâkim olmuşdur. Bunun için birşey denilemez. Sıkışık olana birşey söylenemez, kötülenemez. Fekat, bu marifetin üstünde başka marifetin bulunduğunu da bilirim. Bu hâlin ötesinde başka hâl de vardır. O makâmda kalmış olanlar, birçok üstünlüklere kavuşamazlar. Yüksek makâmlara çıkamazlar.
Sermâyesi az olan bu fakîr, zikrler ve murâkabeler yaparken, tevhîdin ne demek olduğunu düşünmeden, hattâ hiç uğraşmadan, yalnız Allahü teâlânın lutfü ve ihsânı ile, feyzler, nûrlar kaynağı, hakîkatlerin, marifetlerin üstâdı, Allahü teâlânın râzı olduğu dînin kuvvetlendiricisi, üstâdımız ve efendimiz Muhammed Bâkî hazretlerinden zikri öğrendikden ve yüksek teveccüh ve iltifâtlarına kavuşdukdan sonra, kalb makâmına çıkardılar. Bu marifeti açdılar. Bu makâmın bilgilerini ve marifetlerini bol bol ihsân eylediler. Bu marifetlerin inceliklerini gösterdiler. Uzun zemân, bu makâmda bulundurdular. Sonra, köle okşamak olgunluğu ile, bu köleyi, Kalb makâmından çıkardılar. Bu marifet yok olmağa başladı. Yavaş yavaş azalarak, büsbütün yok oldu. Bu hâllerimi anlatmak, bu yazıların keşf ve zevk yolu ile yazılmış olduğuna inandırmak içindir. Başkalarına uyarak, öyle sanarak yazılmadığını göstermek içindir.
Birçok Evliyânın başlangıcda tevhîd marifetlerini bildirmeleri, onları hiç küçültmez. Bu marifetler, Kalb makâmında iken hâsıl olur. Bu fakîr de, o zemân, tevhîd bilgileri, risâleleri yazmışdım. Sevdiklerimizden birçoğu, o yazıları her yere yazdıkları için, onları toplamak güçleşdi. Toplamayıp, öylece bırakıldı. Tevhîd marifetlerini söyliyenler, o makâmda kalır, ileriye geçemezlerse, o zemân aşağılık olur.
Tevhîd erbâbından birkaçı da, kendi şühûdlarında, tâm yok olur. Bu şühûdde yok olmağı, elden hiç kaçırmamak, varlıkdan hiçbirşeyin kendilerinde kalmamasını isterler. Kendilerine (ben) demeği küfr bilirler. Bunlara göre, en son mertebe, (Fenâ) mertebesidir. Yanî, yoklukdur. Müşâhedeyi bile, bir bağlılık bilirler. Bunlardan birkaçı (Adem olmak, geri hiç dönmemek istiyorum) buyurmuşdur. Varlığı hiç istemezler. Muhabbete fedâ olmuşlardır. Hadîs-i kudsîde, (Öldürdüğüme karşılık olarak, kendimi veririm) buyuruldu. Öldürülenler, bunlardır. Varlık, onlarca ağır bir yükdür. Bunların râhatları hiç yokdur. Çünki, gafletde olan râhat olur. Bunlar devâmlı olarak yok olmuşlardır. Gafletin yeri yokdur. Şeyh-ül-islâm Hirevî buyuruyor ki, (Beni az bir zemân Hak teâlâdan gâfil eden bir kimsenin günâhlarının afv olmasını umarım). İnsanın yaşıyabilmesi için gaflet lâzımdır. Allahü teâlâ, çok merhametli olduğundan, onların herbirini yaratılışlarına uygun olan işle uğraşdırmakdadır. Böylece gaflet hâsıl olmakdadır. Varlık yükü hafîflemişdir. Birkaçını da simâ ve raksa alışdırmışdır. Birçoğunu kitâb yazmak, ilm ve marifetler yaymak yoluna koymuşdur. Kimisini de, mubâh olan işlerle meşgûl etmişdir. Şeyh Abdüllah-i Istahrî, köpeklerle sahrâya giderdi. Bir kimse, büyüklerden bunun sebebini sordu. (Kendini varlık yükünden kurtarmak için böyle yapıyor) buyurdu. Allahü teâlâ, bunlardan kimisine de, tevhîd-i vücûd ve kesretde vahdeti görmek bilgilerini verdi. Böylece bu yükden birkaç sâat râhat oldular. Sıddîkiyye büyüklerinden birkaçında tevhîd marifetlerinin görünmesi, bunun içindir. Bu büyüklerin nisbeti, tâm tenzîhe varır. Âlem ile ve âlemde şühûd ile işleri yokdur. Rehberlerin başı, hakîkatlerin ve marifetlerin kaynağı, dînin yardımcısı hâce Ubeydüllah-i Ahrârın tevhîd-i vücûd ve kesretde vahdeti görmek bilgilerine uygun marifetleri yazması da böyledir. (Fıkarât) kitâbında, tevhîd ve buna benzer bilgiler vardır. Bu bilgiler ve marifetler, kendisinin âlem ile oyalanması içindir. Yüksek hocamızın da, (Fıkarât) kitâbındaki bilgilere benzer marifetler yazması böyledir. Bu tevhîd bilgileri, ne cezbeden ve ne de görülenin sevgisinin kaplamasından değildir. Bunların âlemle ilgileri yokdur. Onlara âlemde gösterilenler, onların görmekle şereflendikleri hakîkatlerin zılleri, benzerleridir. Şuna benzer ki, bir kimse güneşe âşık olsa, hep güneşe bakarak kendini ve âlemi unutsa, kendini hâtırlaması için ve güneşden başka şeylere bağlanarak, onun ışıklarının parlaklığından biraz kurtularak râhat etmesi için, güneşi bu âlemin aynalarında gösterirler. Böylece, onun bu âlemle ilgisini sağlarlar. Ara sıra, bu âlem güneşin kendisidir, güneşden başka hiçbirşey var değildir derler. Başka zemân da âlemin her zerresinde güneşi gösterirler.
Süâl: Âlem,
güneş değildir. Bunu güneş olarak bildirmek, yanlış
değil midir?
Cevâb: Âlemde bulunan herşeyin ortak oldukları yerleri vardır.
Birbirlerine benzemiyen yerleri de vardır. Hak teâlâ, sonsuz kudreti
ile,
birçok fâideleri sağlamak için, bunların benzemiyen yerlerini,
gözlerinden
örter. Yalnız ortak olan yerlerini görürler. Hepsi birdir, ayrılık
yokdur
derler. Böylece güneşi de, bu âlem olarak görürler. Hak teâlânın bu
âlemle
hiçbir ilişiği yokdur. Fekat, ism benzerliği bakımından, âlemle
birleşmiş
görürler. Şöyle ki, Hak teâlâ vardır. Âlem de vardır. Bu iki varlık,
her
ne kadar başka ise de, ism benzerliği vardır. Bunun gibi, Allahü teâlâ
bilicidir, işiticidir, görücüdür, diridir, gücü yeticidir, dileyicidir.
Âlemin birkaç parçası da böyledir. Ondakilerle bunlardakiler
birbirlerine,
her ne kadar benzemezler ise de, sonradan olan varlığın çürük yerleri
ve
sıfatlarının aşağı tarafları, onların gözünden örtülmüşdür. Bunun için,
Hak teâlâ âlem ile birleşmişdir diyebilirler. Tevhîdin böylesi, en
yükseğidir.
Böyle marifet sâhibleri, bu hâle mağlûb değildirler. Bu marifetleri
sekrden
ileri gelmemişdir. Bir fâide için, bu hâle düşürülmüşlerdir. Bu
marifet,
onları sekrden sahva getirir. Kendilerine râhatlık verir. Başkalarına
simâ
ve raks ile ve birçoğuna da, mubâh işlerle meşgûl etmekle râhatlık
vermeleri
gibidir. Tesavvuf büyüklerinden çoğunu, kendi gördüklerine benzemiyen
şeylerle
oyalarlar. Bu büyükler ise, gördüklerine benzemiyen şeylere dönüp
bakmazlar.
Onlarla oyalanmazlar. Bunun için, âlemi bunların gördüklerine
benzetmişlerdir.
Yâhud, onu âlemin her parçasında göstermişlerdir. Böylece, birkaç zemân
yüklerini hafîfletmişlerdir. Bu aşağı kul, tevhîdin bu son şeklini keşf
ve zevk ile bilmiyordum. Yukarıda yazılmış olan ikisini biliyordum. Bu
sonuncusunun da bulunduğunu sanıyordum. Bundan dolayı, kitâblarda ve
mektûblarda,
yalnız ikisini, hattâ yalnız ikincisini yazmışdım. Tevhîd-i vücûdîyi
yalnız
böyle bildirmişdim. Fekat, büyük hocamızın vefâtından sonra, mubârek
mezârını
ziyâret için, Allahü teâlânın belâlardan koruduğu Dehli şehrine
gitmişdim.
Bayram günü, mubârek mezârını ziyâret etdim. Mubârek mezârına teveccüh
edince, mukaddes rûhundan çok iltifât göründü. Kimsesizleri okşamak
yüksekliğinden
dolayı, kendi nisbetini bu fakîre ihsân buyurdu. Bu nisbet, hâce-i
Ahrâr
hazretlerinden gelmekde idi. Bu nisbete kavuşunca, bu bilgilerin ve
marifetlerin
içyüzünü zevk yolu ile anladım. Böylece, bu büyüklerdeki tevhîd-i
vücûdînin,
kalbin cezbesinden veyâ muhabbet kaplamasından olmadığı, belki
yüklerinin
hafîfletilmesi için ihsân edildiği anlaşıldı. Bu anlayışı açıklamayı
çok
zemân uygun bulmadım. Fekat, birkaç kitâbımda, o eski iki marifet
yazılmış
olduğundan, kısa görüşlü kimseler, bu yazılardan o iki büyük zâtın
küçültülmesi
lâzım olacağını zan etdiler. Çünki, o iki büyük zâtın yolu, tevhîd yolu
idi. Bu kısa görüşlüler, fitne çıkaran sözlere başladılar. Öyle oldu
ki,
bu hayâlleri, istekleri az olan talebelerin çalışmalarına gevşeklik
verdi.
Bunları görünce, tevhîdin bu kısmını da açıklamayı uygun buldum. Bu
yazıma
vesîka olmak için, herkesce bilinen bir olayı da bildiriyorum. Hocamızı
çok seven bir zât dedi ki, hocamızdan işitdim: (Bizim, tevhîd
sâhiblerinin
kitâblarını okuyarak bir nisbet edindiğimizi söylüyorlar. Böyle
değildir.
Maksad, kendimizi biraz gâfil etmekdir) buyurdu. Bu sözleri, yukarıdaki
yazılarımızı kuvvetlendirmekdedir. Fazîletli şeyh Abdülhak-i Dehlevî,
hocamızı
çok sevenlerdendir. O söyledi ki, Hâce hazretleri
vefâtından birkaç gün önce buyurdu ki: (Çok iyi anladım. Tevhîd, dar
bir
sokak imiş. Geniş cadde başka imiş. Böyle olduğunu önceden de
biliyordum.
Fekat şimdi çok iyi anladım). Bu sözünden anlaşılıyor ki, son
mertebelerinde,
tevhîd ile ilgileri kalmamışdı. Başlangıcda tevhîd marifetlerinin de
bulunması,
bir leke değildir. Büyüklerden çoğunda, ilk zemânlar, böyle bilgiler
hâsıl
olmuşdur. Sonra, buradan ilerlemişler, yükselmişlerdir.
Sıddîkıyyenin
cezbe makâmına kavuşdukdan sonra, hâce Behâüddîn hazretlerinin
yolu ile hâce-i Ahrâr hazretlerinin yolu birbirinden ayrılmakdadır.
İlmleri
ve marifetleri de başkadır. Hâce-i Ahrâr hazretlerinin teveccühünde,
annesinin
babalarının nisbeti çokdur. Bu nisbet, dedelerine birbirlerinden
gelmişdir.
Yukarıda bildirilen Fenâ ve yokluk, o büyüklerin nisbetindendir.
Bu fakîr, gençlere dahâ fâideli olmak için, tâlibleri hâce Behâüddîn
hazretlerinin yolu ile yetişdirmeği uygun buldum. Bu yolun ilmleri ve
marifetleri,
islâmiyyetin ilmlerine dahâ yakındır. İslâmiyyetin temelden sarsıldığı
böyle bozuk bir zemânda, o yolun bilgilerini yaymağı uygun buldum.
Talebeyi
yetişdirmek için bu yolu seçdim. Hak teâlâ, eğer (Ahrâriyye) yolunun bu
fakîr ile yayılmasını dileseydi, âlemi onun nûrları ile doldururdu.
Çünki,
bu iki büyüğün her birine, nûrlarını bol bol vermişdir. Her iki büyüğün
yetişdirme yolunu açmışdır. İhsân sâhibi, yalnız Allahü teâlâdır.
Dilediğine
verir. Allahü teâlânın ihsânı çokdur.
Fârisî iki
beyt tercemesi:
O pâdişâhın ihsânı boldur.
İki âlemi bir fakîre verir.
Pâdişâh,
bir fakîr kapısına,
Gelirse şaşma, büyüklük budur!
Vedduhâ sûresi onbirinci âyetinin, (Rabbinin nimetlerini anlat!) meâl-i şerîfine uyarak, birkaç gizli bilgiyi açıkladım. Hak teâlâ, Hak tâliblerini, bundan fâidelendirsin! İnanmıyanların inkârlarının artmasından başka birşey olmıyacağını biliyorum. Fekat, yalnız tâliblerin fâideleneceklerini düşünüyorum. İnanmıyanlar hesâba katılmaz ve onlara bakılmaz. Bekara sûresi yirmialtıncı âyetinde meâlen, (Onunla, çoğunu yoldan kaydırır. Çoğunu da, doğru yola kavuşdurur) buyuruldu. Keskin görüşlü olanlar, iyi bilir ki, bir fâide düşünerek bir yolu seçmek, bunun başka yoldan üstün olduğunu göstermez. Öteki yolun dahâ aşağı olduğu anlaşılmaz.
Fârisî
beyt tercemesi:
Kolay olur şehrin kapısını kapamak.
Mümkin olmaz, düşmânın ağzını kapamak.
Bütün
nimetlerin ve ihsânların sâhibi olan Allahü teâlâya her zemân
hamd olsun! Onun Peygamberine ve seçilmiş olan Âline ve en iyi olan
Eshâbına
sonsuz salât ve selâm ve düâlar olsun!