Bu mektûb,
mirzâ Hüsâmeddîn Ahmede (rahmetullahi aleyh) yazılmışdır.
İnsanların bir arada bulunması,
kalblerini berâber edeceği ve islâmiyyete
uymıyan şeylerin kıymetsiz olduğu bildirilmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği, sevdiği kimselere selâm olsun! Çok zemân geçdi, sizin ve mahdûm zâde hazretlerinin ve Cemâleddîn Hüseynin ve orada bulunanların ve hele şeyh İlâhdâd ve meyân Şeyh-ul-hediyyenin selâmet haberlerinizi alamadım. Herhâlde, uzakda kalan bu kardeşlerinizi unutduğunuz anlaşılıyor. Evet, yakında bulunmanın, kalblerin birleşmesinde büyük tesîri vardır. Bunun içindir ki, hiçbir Velî, bir Sahâbînin derecesine yükselemez. Veysel Karânî (rahmetullahi aleyh) o kadar şânı yüksek olduğu hâlde, Resûlullahı (s.a.v) hiç görmediği için, Eshâb-ı kirâmdan en aşağı olanın derecesine yetişemedi. Abdüllah bin Mubârek hazretlerinden soruldu ki, hazret-i Muâviye ile Ömer bin Abdüazîzden hangisi dahâ yüksekdir? Cevâb olarak: (Muâviye (r.a), Resûlullahın (s.a.v)yanında giderken, atının burnuna giren toz, Ömer bin Abdülazîzden katkat dahâ yüksekdir) buyurdu.
Burada bulunanların hepsi iyiyiz. Allahü teâlâya bunun için, belki bütün nimetleri için hamd ve şükrler olsun. Nimetlerinin en büyüğü olan, müslimân yapdığı için ve mahlûklarının en iyisinin yolunda bulundurduğu için, ne kadar çok hamd edilse, yine azdır. Çünki, onun yolunda bulunmak, iyiliklerin başı, kurtulmanın çâresi ve dünyâ ve âhıret seâdetlerinin kapısıdır. Allahü teâlâ, Peygamberlerin en üstünü hurmetine (aleyhi ve aleyhim ve alâ âlihissalâtü vesselâm), bizleri ve sizleri, her zemân bu yolda bulundursun! Âmîn.
Fârîsî
mısra tercemesi:
İş budur. Bundan başkası hiçdir!
Tesavvufcuların
sözlerinden, ele birşey geçmez. Onların hâllerinden
insanın birşeyi artmaz. Onların vecdleri ve hâlleri, islâmiyyete uygun
olmazsa, on para etmez. Keşfleri, ilhâmları, kitâba ve sünnete
benzemezse,
yarım arpa kadar değerleri olmaz. Tesavvuf yolunda ilerlemenin sebebi,
islâmiyyetde inanılması lâzım olan şeylere, yakînin, îmânın artması
içindir.
Hakîkî îmân da, bu demekdir. İkinci sebebi de, fıkhda bildirilen
vazîfeleri
yapmanın kolay ve tatlı olması içindir. Tesavvuf, bu ikisine kavuşmak
içindir.
Bunlardan başka birşey için değildir. Çünki, Allahü teâlâ, Cennetde
görülecekdir.
Dünyâda hiç görülemez. Tesavvufcuların aradıkları müşâhedeler,
tecellîler,
gölgelere kavuşmakdır ve benzetilen, O sanılan şeylerle avunmakdır.
Allahü
teâlâ, ötelerin ötesidir. Şaşılacak şeydir ki, onların müşâhedeler ve
tecellîler
diye övündükleri şeylerin iç yüzleri, eğer anlatılırsa, bu yola yeni
girenlerin
gevşemelerinden korkulur ve arzûları, istekleri azalır. Eğer iç yüzleri
anlatılmazsa, doğrusunu bildiğim hâlde, doğru ile yanlışın birbirlerine
karışmalarına göz yummuş olmakdan korkarım. Ey, yollarını şaşırmışlara,
doğru yolu gösteren Rabbim! Âlemlere rahmet olarak yaratdığın Muhammed
(aleyhisselâm) hurmeti için, bana doğru yolu göster!
Hâlinizi arasıra bildiriniz ki, sevgiyi artdırır. Doğru yolda bulunanlara selâm olsun!