Bu mektûb,
hâfız Mahmûda yazılmışdır.
Kalbin telvînlerini ve temkînini
bildirmekdedir:
Kıymetli
kardeşimin şerefli mektûbu geldi. Hâllerinin telvînlerinden,
yanî değişikliklerinden birşeyler yazmışsınız. Bu yolun başında da,
sonunda
da, sâlikler, hâllerin telvîninden kurtulamaz. Telvînler kalbde ise,
sâlik
(Erbâb-i kulûb)dan olur. Bunlara (İbn-ül-vakt) de denir. Kalb,
telvînden
kurtulmuş, hâllere kul olmakdan âzâd olmuş ve temkîn makâmına yetişmiş
ise, hâller artık nefse gelir. Çünki nefs, kalbin yerine oturmuş, onun
işlerini görmekdedir. Nefsin bu telvîni, kalbin temkîninden, yanî
değişik
hâllerin gelmesinden kurtuldukdan sonra olur. Bu telvînin sâhibine,
(Ebül-vakt)
denilse, yeri vardır. Allahü teâlânın yardımı ve yalnız Onun ihsânı ile
nefs de, bu telvînden kurtularak, temkîne ve itmînâna kavuşursa,
telvînler
çeşidli maddelerden yapılmış olan bedene gelir. Bu telvîn, artık hiç
gitmez.
Çünki beden, temkîne kavuşamaz. Beden, latîfelerin en üstünü olan
ahfâya
benzese de, temkîne kavuşamaz. Ahfâya gelen temkînden bedene de
bulaşırsa
da, kendi telvînleri yine yok olmaz. Herşeyde asla bakılır. Dallara,
kollara
bakılmaz. Bu makâma eren kimse, üstünlerin üstünü olur. Tâm ebül-vakt
işte
budur. (Allahü teâlâ ile, öyle vaktim vardır ki, aramıza melek de
giremez)
hadîs-i şerîfinde bildirilen vakt için, bir ân diyenler olduğu gibi,
uzun
sürmekdedir diyenler de oldu. İkisi de doğrudur. Yukarıda bildirildiği
gibi, insanın bazı latîfeleri için, az olur ve kısadır. Başka
latîfeleri
için ise, uzun sürer.
Sözün kısası, zâhiri, yanî görünen organları, parlak islâmiyyete uygun olarak kullanmalı, bâtın için, yanî kalb ve öteki latîfeler için, alınan dersi çok yapmalıdır.
Fârisî
beyt tercemesi:
Bu sonsuz okyânûsda kurbağa gibi,
el ayak oynat, zîrâ derindir dibi!
Kıymetli kardeşimiz Muhammed Sıddîk, Egre şehrindedir. Sizinle buluşması, onun için büyük ni�met olacakdır.